Mekke’de inmiştir. 62 âyettir. Yalnız 32. âyeti Medine’de nâzil olmuştur. Bismillâhirrahmânirrahîm

1, 2, 3. Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz

4. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir

5, 6, 7. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu

8, 9. Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu

10, 11. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı

12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız?

13, 14. Andolsun onu, Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında önceden bir defa daha görmüştü

15. Cennetü’l-Me’vâ da onun yanındadır

16. Sidre’yi kaplayan kaplamıştı

17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı

18. Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü.

Sûre, yıldıza yeminle başlamıştır. Bu «yıldız» yıldız cinsi, Süreyya yıldızı, Kur’an âyetleri ve Hz. Peygamber şeklinde açıklanmıştır. Yıldızın batması ve doğması kıyamet günüyle tefsir edilmiştir. Kur’an kendisine vahyedilen Hz. Peygamber, doğru yoldan sapmamış ve bâtıla inanmamıştır. Ona inen Kur’an vahye dayanmaktadır. Vahyi getiren, Cebrail (a.s.)’dır. İşte bu melek birkaç defa aslî suretinde Hz. Peygamber’e görünmüştür. Aralarındaki mesafenin âyette de belirtildiği gibi, çok yakın olduğu bir zamanda Cebrail vahyedilenleri Peygamberimize bildirmişti. Hz. Peygamber’in Cebrail ile görüşmesi Sidretü’l-Müntehâ’da olmuştu. Bazıları burada Peygamberimizin gördüğünün Cenab-ı Hak olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Sidretü’l-Müntehâ, son ağaç, yani yaratıklar âleminin son noktası demektir. Bundan ötesi Allah’ın gayb âlemidir. Cennetü’l-Me’vâ da, melekler, şehitler ve müttakîlerin ruhlarının barındığı yerdir. Sidre’dekileri tarif ve tavsif mümkün değildir. Sidre’yi kaplayanın, melekler veya Allah’ın nûru olduğu rivayetlerine yer verilmiştir.

19. Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ’yı?

20. Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât’ı

21. Demek erkek size, dişi O’na öyle mi?

22. O zaman bu, insafsızca bir taksim!

23. Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir

24. Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır?

25. Ahiret de dünya da Allah’ındır

26. Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah’ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz

27. Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar

28. Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez

29. Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme

30. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir

31. Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır. Bu, Allah’ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir

32. Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Hz. Âdem’in topraktan yaratılışı, insanın ana karnındaki durumu, aslındaki zayıflığı ve aczi hatırlatılarak, kendini beğenip gurura kapılmaması istenmiştir.

33. Gördün mü arkasını döneni?

34. Azıcık verip sonra vermemekte direneni?

35. Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu?

33-35. âyetlerin, müslüman olduktan sonra müşrikliğe dönen Velîd b. Muğîre hakkında indiği rivayet edilmiştir.

36, 37. Yoksa, Musa’nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim’in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi?

38. Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez

39. Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur

40. Ve çalışması da ileride görülecektir

41. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir

42. Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir.

Âyetlerde, insanın genellikle başkasının yaptığından bir fayda göremeyeceği, çünkü herkesin kendisi için çalıştığı, çalışmanın sonuçlarının kıyamette görüleceği hatırlatılmıştır.

43. Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur

44. Öldüren de dirilten de O’dur

45, 46. Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı

47. Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir

48. Zengin eden de yoksul kılan da O’dur.

Âyetin ikinci kısmına «ihtiyaçtan kurtaran» manası da verilmiştir.

49. Doğrusu Şi’râ yıldızının Rabbi de O’dur.

Şi’râ, Huzaa kabilesinin taptığı parlak bir yıldızdır.

50. Ve şüphesiz ki önceki Âd kavmini O helâk etti

51. Semûd’u da (O helâk etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı

52. Daha önce de çok zalim ve pek azgın olan Nuh kavmini (helâk etmişti)

53. Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı

54. Onların başına getireceğini getirdi!

55. Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin

56. İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır.

Geçen âyetlerde zikredilen Âd, Semûd, Nuh ve Lût kavimleri inkâr ve isyanlarının cezasını helâk edilerek çekmişlerdir. Bunlar içinde Hz. Nuh’un kavmi, Âd ve Semûd’dan daha zalim ve azgın bir topluluktu. Çünkü Hz. Nuh, içlerinde uzun yıllar kaldığı halde ona inanmamışlar ve olanca eziyeti yapmışlardı. Hz. Lût’un kavminin helâk edilişi, bu kavmin kasabalarının yükseğe kaldırıldıktan sonra bırakılarak yerle bir edilmesiyle gerçekleşmişti.

57. Yaklaşan yaklaştı

58. Onu (vaktini) Allah’tan başka açığa çıkaracak yoktur

59. Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz?

60. Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!

61. Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!

62. Haydi Allah’a secde edip O’na kulluk edin!