Aziz okuyucu;

Her müslüman için kısa da olsa peygamberinin yaşayışını, hareketlerini, şeklini ve şemailini öğrenmek bir borçtur.

Çünkü bu hayat bütün beşeriyete örnek bir hayattır. Bu hususta yazılmış bir çok eserler vardır. Allah bu eserleri hazırlayanların hepsinden razı olsun. Biz eski eserlerdeki ifade ağırlığını düşünerek, mensup olduğumuz dini bize tebliğ eden yüce peygamberimizin Hilye-i Saadetleri (Yaratılış Güzelliği) ve yaşayışını kısaca din kardeşlerimize arz etmek istedik. Bildiğimiz bu hususta yazılmış eserlerden birer damla ise de maksadımız naçiz bir hizmet olup, her umurda Allah’a sığınır ve mağrifet umar, sevgili Peygamberimizden şefaat dileniriz.

Ömer Faruk Ergin

Peygamberimizin nesebi (sülalesi) ve doğumları

Son peygamber olarak dünyayı şereflendirmiş olan sevgili peygamberimiz MUHAMMED (S.A.V.) efendimiz; Arap yarımadasının MEKKE şehrinde, Kureyş diye anılan kabilenin BENİ HAŞİM kolundan ve o zaman şehrin başkanı bulunan ABDULMUTTALİB’in oğlu ABDULLAH’ın evladıdır.

Annesi, eski Yesrip adıyla anılan Medine şehrinin kadısı olan Vehb’in kızı ÂMİNE dir. Peygamberimiz bunların izdivacından (evliliğinden), miladın 569’uncu yılında Nisan ayının yirminci günü, arabî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi günü, sabaha karşı MEKKE şehrinde dünyayı şereflendirmişlerdir. Doğumundan 2 veya 6 ay önce babası vefat etmiş, dört yıl süt annesi Halime’nin yanında, 6 yaşına kadar annesinin ve 8 yaşına kadar da büyük babasının bilahare de amcasının yanında kalmıştır. Kırk yaşına geldiğinde peygamberliği bildirilerek Kur”an-ı Kerim nazil olmaya başladı. 53 yaşında Medine-i Münevvere’ye hicret buyurdular. İslam tarihi buradan başlar.

Peygamberimizin meşhur isimleri

Sevgili peygamberimizin Kur’an-ı Kerim’de ve tarih kitaplarında birçok isimleri kaydedilmiş olup en meşhurları; MUHAMMED, AHMED, MAHMUD, MUSTAFA isimleridir.

Peygamberimizin Şemailleri

Peygamber efendimizin cisimleri de gayet güzel, orta boydan biraz uzunca boylu, büyücek başlı, güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Mübarek gözleri siyah ve sürmeli, kirpikleri uzun ve sık, kaşların ortası bitişik değil, sakallan sık olup bir tutamdan fazlasını keserlerdi. Saçları siyah, ne düz ne de kıvırcık, ikisi ortası, burunlarının yukarı tarafı hafif yüksekçe, ağızları mevzun, dişleri inci gibi düzgün, ön dişleri biraz seyrekçe idi. Alınları açık, yüzü beyaz ve pembe, yüzü ve sakalı değirmiye yakın olup mübarek çehreleri ay gibi parlaktı. Omuzlarının arası geniş ve omuz başları kalın, göğüsleri enli, elleri ve ayakları yumuşak, parmakları uzunca ve mevzun ve gayet temiz, ayak altlarının ortası biraz yüksekçe idi. Vücudunun rengi beyaz pembe, göğüsleri ile karnı bir hizada olup göğsünden göbeğine kadar ince bir hat gibi uzayan kıllardan başka vücudunun diğer aksamında kıl yoktu.

Yürürken etrafına bakınmazlar, bir kararda yürürlerdi. Yolda Ashab-ı Kiram’ın önlerinde gitmez, aralarında veya arkalarında bulunurdu. Uzuna yakın orta boylu olduğu halde hepsinden yüksek durur ve yürüyüşüne ancak süratle yetişirlerdi. Rastladıkları Ashab-ı Kiram’a evvela kendileri selam verirlerdi.

Zatı şeriflerini ilk gören muhabbetinden titrerdi. Halbuki kendisi gayet halim ve selim, güler yüzlü olduğu halde bu mehabet bir delili manevi idi. Bazen canının sıkılması alnında kabaran damardan bilinirdi.

Peygamberimizin Peygamberlik Mühürleri

Habib-i Kibriya Efendimizin iki kürek kemikleri arasında bulunan peygamberlik mührü (MÜHRÜ NÜBÜVVET), güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızıya yakın olup etrafında benler vardı. Saçlarını bazen kulakları yumuşağına kadar uzatır, ortadan ikiye ayırmak suretiyle tararlardı. Sonraları tamamen traş yaptırmışlardı. Daima temiz giyinir, beyaz ve temiz giyinilmesini emrederlerdi. Sakalını, saçını tarar; yanlarında ayna, tarak, misvak bulundururlardı.

Nebilerin baştâcı Efendimizin son zamanlarında saç ve sakallarında 15 veya 20 ye yakın beyaz kıl vardı. Bunlar da sakal başlannda ve çene üstünde idiler.

Uykuya yatmazdan evvel, gözlerine sürme çekerlerdi. “Sürme göze parlaklık verdiği gibi kirpikleri de muhafaza eder.” buyururlardı.

Peygamberimizin Giyim Tarzları

Fahri risalet Efendimizin en sevdiği elbise; kollu gömlek olup kolları bileklerine kadar inerdi. Bazen RİDA ve İZAR’dan ibaret olan iki örtüye bürünürlerdi. (Hacıların ihramları gibi).

RİDA: Elbisenin sırta alınan kısmı

İZAR: Göğüsten aşağıya bağlanan kısım

Efendimiz, ridalarının bir ucunu sağ koltuğu altından alıp, sol omuzu üzerine atmak suretiyle giyinirlerdi. Temizliğe çok dikkat buyururlar, hatta kirli elbiseli bir kimse görünce “Bu adam elbisesini yıkayacak bir şey bulamadı mı acaba?” diyerek temizliğe dikkat etmenin ehemmiyetini belirtirlerdi. Bazen da kolları dar Şam hırkası giymişlerdir.

“Sağlığınızda beyaz elbise giyiniz, vefatınızda da beyaz kefene sarınırsınız; zira beyaz elbise temiz ve güzeldir.” buyururlardı.

Başına giydikleri kalensüve (takke veya külah) üzerine beyaz sarık sararlardı. Sarığının bir ucunu iki omuzu arasına bir karış kadar sarkıtırlar veya arkasına sokarlardı. Siyah renkte sarık da sarmışlardır.

Ayaklarına Habeş meliki Necaşi tarafından hediye olarak gönderilmiş bulunan deriden yapılmış mestleri giymişler ve üzerine abdest alırken mesh buyurmuşlardır.

Peygamberimizin Yüzük ve Mühürleri

Civar memleket krallanna yazdığı mektuplan mühürlemek üzere gümüşten bir yüzük yaptırmışlardı. Üzerinde gümüş veya Yemen akikinden bir kaş olup üstüne (Muhammed Resulüllah) üç satır halinde yazılı idi. Bu mühür yüzüğü kaşı avucuna gelmek sureti ile sağ elinin serçe parmağına takarlar ve kaza-i hacet zamanı çıkarırlardı. Bu mübarek mühür kendilerinden sonra hazreti Ebubekir (R.A.) tarafından, ondan sonra da hazreti Ömer (R.A.) tarafından kullanılmıştır. Hazreti Osman (R.A.)’a da intikal etmiş ise de bir müddet kullandıktan sonra bir gün kazara “ERİS” denilen bir kuyuya düşmüş çok arattırmış ise de bulunamamıştır.

Peygamberimizin Zırhları ve Kılıçları

Sevgili Peygamberimizin dokuz tane kılıcı olup birinin kabzası gümüşten idi. Yedi tane zırhı vardı. Bunları harp zamanında giyer ve başına da miğfer takarlardı. UHUD muharebesinde birbiri üzerine iki zırh giymişlerdi.

Peygamberimizin Oturuş Tarzları

Nebiyyi Muhterem Efendimiz güzel ahlaklan iktizası ekseriya diz üzerine otururlar, caiz olduğunu göstermek için de, dizlerini dikmek suretiyle ellerini dizlerinin önünden birleştirir, parmaklannı birbiri arasına kordu. Bağdaş kurma şeklinde de oturmuşlardır. Yan taraflarına yastık konulduğunda reddetmez, yaslanırlardı. Ekseriya aksi teverrük otururlardı.

Peygamberimizin Yemek yeme tarzları

Yemek yerlerken gurur olmasın diye hiç bir tarafa dayanmazlardı. Yemekte ekseriya sağ dizini dikmek suretiyle sol dizi üzerine otururlardı. Meşinden bir sofrayı yere yayar, üzerine yemeğini koyarlardı. Yemeğe oturacakları vakit ellerini yıkar, “Bereket yemekten evvel ve sonra el yıkamakla hasıl olur.” buyururlardı. “Yemeğe başlarken (BİSMİLLAH) ve yemek sonunda (ELHAMDÜLİLLAH) diyerek mün’imi hakikiye arzı şükran ediniz.” buyururlardı. “Yemeğe besmele ile başlamak unutulduğu zaman hatıra geldiği dakikada hemen ‘Bismillah Evvelühü ve Ahiruhu’ deyiniz, sağ elle kendi önünüzden yeyiniz, sofrada misafiriniz varsa ondan evvel sofrayı terk etmeyiniz.” diye tembih buyururlardı.

Sahibi Saadet Efendimiz; az yer, ekmeğe ve yemeğe doymadan sofradan kalkarlardı. Şu kadar ki Ashab-ı Kiram ile beraber yemek yedikleri zaman onlara ikramen biraz fazla yerlerdi. Yedikleri ekseriya arpa ekmeği idi. Katık olarak da kullandıklan, kuru veya taze hurma, bal, helva, keş denilen süt kurusu, sirke, zeytinyağı, kabak çorbası, kuş veya tavuk eti gibi şeylerdi. “Sirke ne güzel katıktır.” buyururlar, arpa ekmeğini sirkeye batırarak veyahut hurma ile yerlerdi. Etlerin sırt ve kol taraflannı tercih ederler, kızartılmış eti bazen bıçakla keser bazen da el ile koparıp ısırarak yerlerdi. Yemekte ev halkının tamamen sofrada hazır olmasını isterler, hatta hizmetkârlannı da aynı sofraya oturturlardı. Misafirlerine ikramı çok severler, tabaktaki yemeğin tamamen yenmesini isterler, artırılıp dökülmesine razı olmazlardı. Taze hurmayı, salatalık veya karpuz ile beraber yerlerdi. “Birinin harareti (sıcaklığı) diğerinin bürudetini (soğukluğunu) izale eder.” buyururlardı.

Sevgili Efendimize, sahabileri taze yetişen turfanda meyvelerden hediye olarak ikram ederler, kendileri de bu hediyelere her hangi bir karşılıkla mukabelede bulunurlardı. Ve bu hediyeleri yalnız yemezler bilhassa çocukları çağırır, bu turfandalardan onlara da ikram buyururlardı.

Peygamberimizin Su İçiş Tarzları

Hatemi Enbiya Efendimizin kullandığı su bardağı, eni boyundan uzun ve kenarı çemberli ağaçtan mamul bir tas idi. Soğuk şerbet ve sütten hoşlanırlardı. Bu kısım şeyleri ve gerekse suyu oturarak fasıla ile üç defa da içer ve her nefeste (bismillah) ve nihayetinde (elhamdülillah) derlerdi. Ve suyu böyle ağır ağır içmenin hazma ve harareti kesmeye çok yardımı olduğunu, bunun için de bu şekilde içilmesini emir buyururlardı. Su kabının içine teneffüs edilmemesini ve içilecek suyun temiz ve berrak olmasını da aynca tavsiye buyururlardı.

(Efendimizin hayatını tetkik eden Avrupalı bilginler; “Sağlık düzenimiz için Müslümanlardan öğrenilecek çok şeyler vardır.” demişlerdir.)

Habib-i Hüda Efendimiz, 24 saatte bir veya 2 defa yemek yerlerdi. Bazı günlerde oruçlu olurlar, akşam bir iki hurma ile iftar ettikten sonra ertesi günü yine oruç tutarlardı. Eshab-ı Kiramdan böyle yapmak isteyenler olurdu. Savm-ı visalde yani hiç iftar etmeden ertesi günün orucuna başlamakta kendisinin taklit edilmemesini emrederler, fazla oruç tutmak isteyenlere arabî ayların 13, 14, 15’inci günleri oruç tutmalarını tavsiye buyururlardı.

Kendisine gelen bir çok ganimet (muharebelerde alınan eşya ve paralar) ve eşyaları tamamen fakirlere dağıtır, kendisi bu şekilde yaşamayı tercih buyururlardı.

Nebiyyi Muhterem Efendimizin mübarek bedenleri, tabii gül kokusundan daha güzel kokardı. Kendisini arayan sahabe, sokaklarda kokusunu alarak bulurlardı. Ve hatta terleri miskten daha ala koktuğu halde, kendileri yine güzel kokulan sever ve sürünürlerdi.

Kâinatın öğreticisi olan Peygamberimiz bazen iki kürek kemikleri arasından kan aldırmışlardır. Ve bu işi yapanların da ücretlerini verirlerdi. Kendisinde kimsenin hakkının kalmamasını isterlerdi.

Peygamberimizin İstirahatleri

Peygamberimiz uyumak üzere yattıkları zaman sağ elinin ayasını sağ yanağının altına koyar, “Allaha şükür olsun ki bizi yedirdi, içirdi, barındırdı; zira geçinecek şeyi, barınacak yurdu bulunmayan niceleri vardır. Yarabbi Sen’in ismi şerefinle yatıp kalkıyorum.” diye dua buyururlardı.

Peygamberimizin Nafile (Gönüllü) İbadetleri

Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, işrak, duha ve evvabin namazlarına devam ederler, yatsı namazını kıldıktan sonra yatarlar, gecenin üçte ikisi geçtikten sonra uyanıp kalkarlar abdest alıp mutadı olan teheccüt namazını kılar ve arkasından da vitir namazını eda eder, sonra  yataklarına tekrar uzanırlar; zevcat-ı mutahharat uyanıklarsa onlarla konuşurlardı. Sabah ezanını işitince tekrar kalkarlar icap ederse gusül ederler veya abdest alırlar, mescide çıkarlardı. Namazların sünnetlerini daimi hane-i saadetlerinde kılarlar, farzlarını cemaatle mescitte eda ederlerdi.

Peygamberimizin Namaz Kılış Şekli

Habibi Necip Efendimiz, namazı o kadar huşu ile kılarlardı ki ve bazı gecelerde o kadar çok ayakta kalırlardı ki; hatta bir defasında ayaklan şişmiş ve bu hali gören Aişe validemiz “Ya Resulallah sen niçin kendine bu kadar eziyet ediyorsun? Cenabı hak sizi mağfiret buyurmuştur.” Dediklerinde Sevgili Peygamberimiz “Rabbimin ihsan ettiği nimetlerine karşı şükredici bir kul olmayayım mı?” buyurmuşlardır.

Peygamberimizin Kur’an Okuyuşları

Sesi gayet güzel olup Kur’an-ı Kerim’i tabii bir eda ile bazen açıktan ve bazen de gizli olarak okurlardı. Açıktan okuduktan zaman seslerini hariçten işitilecek kadar yükseltmezlerdi.

Vakıf-ı Esrar Efendimiz; “Eğer benim bildiğimi sizlerde bilmiş olaydınız, az güler, çok ağlardınız.” buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim okuyanı dinlerken gözlerinden yaş gelirdi, “Ölüm müminlere hediyedir.” diyerek ölülere sesli ağlamaktan, bağırıp çağırmaktan men buyururlar fakat “Sessiz olarak ağlamak merhamet eseridir.” derlerdi.

Peygamberimizin Sükutları ve Konuşmaları

Resul Mücteba Efendimiz çok düşünür, az konuşur ve icap etmedikçe konuşmazdı. Sözlerine Allah ismi ile başlar ve Allah ismiyle sona erdirirlerdi. Gayet beliğ ve sesli konuşur, her kelimenin arasını ayırarak ağır ağır söyler ve anlaşılması güç olan noktalan izah buyururlardı. Meclis-i Alilerinde bulunanlar bu sebeple sözlerini kolayca ezberleyebilirlerdi. Bir şeye işaret edecekleri ve gösterecekleri zaman bir parmağı ile değil, bütün eliyle işaret buyururlardı.

Bir tarafa bakacağı zaman yalnız başını çevirmezler, bütün vücudu ile dönerlerdi.

Peygamberimizin Tebessümleri

“Ihlâs ile geçmiş günahlarına can-ı gönülden tövbe ederek bir daha günah işlemeyenler, hiç günah işlememiş gibi olurlar.” diyerek, buna ait bir hikaye anlatarak buyurdular ki; “Bu şekilde tövbekar olmuş bir mü’min kardeşimiz yann ahirette amel defterini eline alınca içinde işlemiş olduğu günahlarından hiçbirisini göremez ve günah yerine birçok sevaplar yazılmış bulur. Hayretinden ve sevincinden defteri ‘Acaba ben okuyamıyor muyum?’ diye yanındakilere göstermeye ve okutmaya çalışır.” derlerken tebessüm buyurmuşlar ve dişleri görünmüştü. İşte en fazla gülmesi bu kadardı.

Peygamberimizin Şakaları

Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz kimsenin kalbini incitmeyecek surette ara sıra latifede bulunurlardı. Fakat latifeleri yine bir hikmete ve bir hakikate dayanırdı. Nitekim bir gün Zübeyir İbn-i Avvam (R.A.) hazretlerinin ihtiyar annesi   Peygamber   Efendimizin   hanelerine  gelmişlerdi.
Dediler ki: “Ya Resulallah, benim için dua buyur da Cennete gideyim.” Peygamber Efendimiz kadıncağıza güler yüzle “Cennete koca karılar girmez.” buyurdular. Kadın ağlamaya başladı, bunun üzerine “Ağlama. Sen Cennete ihtiyar olarak bu şekilde girmeyeceksin. Cennete girenler hepsi de 33 yaşlarındaki durumları ile gireceklerdir.” buyurdular.

Peygamberimizin vakitlerini değerlendirmeleri

Risaletpenah Efendimiz; vakitlerini üç kısma ayırmışlardı. Bir kısmını namaz kılmak, Kur’an okumak gibi ibadete tahsis buyurmuşlardı. İkinci kısmında ehli iyali ve eshab-ı mesalih ile görüşmek üzere ve evinin işlerini yapmakla geçirirlerdi. Üçüncü kısmı da istirahat ve uyku zamanları idi. Her kabile ve kavmin iyi ahlaklı olanlarını, o kabileye reis tayin eder, camide ve namazda göremedikleri Ashab-ı Kiramı sorarlar, hasta iseler evlerine kadar giderek ziyaret eder, ihtiyaçlarını sorarlardı. İyi gördüğü ve beğendiği işlere halkı teşvik eder, çirkin gördüğü işlerden men eder, hülasa daima itidal üzere hareket edilmesini emrederdi.

Peygamberimizin Ahlakı

Ashab’dan Enes İbn-i Malik (R.A.) Hazretleri diyorlar ki: “Peygamber Efendimizin 10 sene yanlarında daimi hizmette bulundum. Hiçbir gün herhangi bir iş için ‘Bunu niçin böyle yaptın?’ veya ‘yapmadın?’ diye bir muahezede bulunmadığı gibi hatalı işlerim için de bir defa olsun of dahi dememiştir.”
Eddebeni Rabbi; Fe Ahsene te’dibi “Beni Allah terbiye    buyurdu    ve    terbiyemi    güzel    eyledi” buyurmuşlardır ki: En üstün ahlak bütün manasıyla Sevgili Peygamberimizde tecelli etmişti.

Efendimiz; sahabilerin büyüklerine ta’zim eder, küçüklerine şefkat gösterir, müracaat edenlerin ihtiyaçlarını giderir, garip olanları misafir eder, hak hususunda herkesi müsavi tutardı. Meclis-i Âlilerinde Ashab-ı Kiram haya ve edep üzerine bulunurlar, seslerini hiçbir zaman Peygamberin sesinden yüksek çıkarmazlardı. Kimsenin aleyhinde konuşulmaz, daima ilim ve marifetten bahsolunurdu. Tevazulan o derece idi ki; arpa ekmeğine davet buyurulsa, kimsenin hatırını incitmez, giderlerdi.

Peygamberliğinin İlanı ve Kur’ân-ı Kerim’in Nazil Oluşu

Kırk yaşına geldiği zaman kendisine peygamberliği; Allah tarafından Cebrail (A.S.) vasıtasıyla bildirildi. Ve Kur’an-ı Kerim zaman zaman nazil oldu. On üç sene Mekke şehrinde kaldı. Dini tebligat’ yaptı, birçok müşküllerle karşılaştı. Sonra Emr-i İlahi ve Medinelilerin ısrarlı davetleri üzerine Medineyi Münevvere’ye hicret buyurdular. İşte İslam’da ilk tarih (tarihi hicri) adıyla buradan başlar. Medineyi Münevvere’de on sene ikamet buyurdular, bu müddet zarfında birçok savaşlar cereyan etti. Arap yarımadası tamamen Müslüman oldu. Komşu diğer memleketlerle de muharebeler ve sözleşmeler başlamıştı.

Peygamberimizin Haccı

Efendimiz altmış üç yaşlarına geldiklerinde ve hicretin onuncu yılında hac etmek üzere Mekkeyi Mükerreme’ye hareket     buyurdular.     Arafatta     yüzbini     mütecaviz Müslümanlara karşı veda hutbesi adıyla anılan; ezcümle şu hususları ihtiva eden bir konuşma yapmışlardır.

Peygamberimizin Veda Hutbeleri

Cenabı Hakk’a hamdü senadan sonra sözlerine başlayarak şöyle buyurmuşlardır:

-Ey Nas: Sözlerimi iyi dinleyiniz, ezberleyiniz, hazır olanlarınız, burada olmayanlara bildirsin. Belki bir daha birbirlerimizi göremeyiz.

-Ey Nas: Cenabı Hakkın tenzil buyurmuş olduğu kitabı hakimini (Kur’an-ı Kerim’i) size bırakıyorum. Bu kitapta helal ve haramlar gösterilmiştir. Kendinizi Allah’ın azabından koruyunuz. Sizi hidayet yollarından sapıtacak nefis ve şehvetlerine kapılarak cennetten ve nimetlerinden uzaklaşmayınız. Elbette yaptığınız bütün hareketlerinizden sorumlu olacağınız zaman gelecektir. Birlik ve beraberlik, doğruluk, faydalı hareketler, sizi cehennem ateşinden uzaklaştırır.

-Dininize bağlı olunuz. Size tevdi edilen emanetlerde Allah’tan korkunuz, maiyetinizdekilere ve hizmetkârlarınıza iyi muamele ediniz. Onlara kendi yediğinizden yediriniz. Ve giydiğinizden giydiriniz. Dayanamayacakları ve yapamayacakları işleri emretmeyiniz. Çünkü onlar da sizin gibi Allah’ın kullarıdır. Onlara zulmedenler kıyamet gününde cezasını görürler.

-Kadınlarınıza da iyi muamele yapınız. Onlar da size birer emanettir. Unutmayınız ki onlara zahmet çektirenler kıyamet gününde mahcup olurlar.

-Kendinizi, aile efradınızı, çocuklarınızı ateşten koruyunuz. Onlara dinini öğretiniz. İyi ahlaklı, faydalı ve bilgili insan olarak yetiştiriniz. Bunlar da size emanettir. Sizden olan büyüklerinize ve amirlerinize itaat ediniz; isterse o, amiriniz bir habeşî köle dahi olsa asi olmayınız. Büyüklerinize itaat bana itaat demektir. Bana itaat edenler de Allah’a itaat etmiş olurlar. Aklınızı başınıza alınız, dinin emirlerini yerine getiriniz. Haramdan, faizden kaçınınız. Kan davası gütmeyiniz. Katilleri adalete teslim ediniz. Din hükümlerine göre elbette cezalarını bulacaklardır. Birbirinizi seviniz. Ehli Beytime hürmeti eksik etmeyiniz. Bunlara göstereceğiniz saygı ve sevgi bana demektir. Kimseye düşmanlık etmeyiniz. Ve kimseyi ayıplamayınız, kimsenin aleyhinde bulunmayınız.

-Beş vakit namaza devam ediniz. Zenginleriniz zekâtlarını vermekte ihmal göstermesin; orucunuzu tutunuz, imkânı olanlar haclarını ifa etsinler. İyi biliniz ki dinin emirlerini yerine getirmek en önde gelen vazifelerinizdendir. Bu dini vazifelerini yapmayanların ahirette şefaatimden hisse almaları güçtür. Cenabı hak kıyamet gününde hepimizi bir yerde toplayacaktır. İşte o, büyük ve dehşetli günde mallarınız, çocuklarınız, size bir fayda sağlayamaz. Ancak dine karşı olan bağlılık ve ibadetinizle üstün olabilirsiniz.

-Ey Nas: Dilinizi koruyunuz, başkası hakkında fena konuşmaktan sakınınız. Kibir ve gurur insanı fenalıklara sürükler. Mütevazi ve yüksek himmetli olunuz. Tembel olmayınız. Çalışınız. Çalıştırınız. Her sahada düşmanlarınızdan üstün bir kuvvete sahip olunuz. Kimseden bir şey istemeyiniz, kendi kazancınızla geçininiz. Önce    kendinize,    sonra    insanlara    nasihat    ediniz.
Mescitlerinize devamla onları mamur ediniz. İmanınız halis olsun. Kendi namusunuz kadar başkalarının ve bilhassa komşularınızın namusunu da muhafaza ediniz. Yoksulları koruyunuz. Onlara merhamet ve şefkat gösteriniz. İmkân nisbetinde sadaka vererek gönüllerini alınız. Din kardeşlerinizin haiz olduğu şeref ve mevkiye ve zenginliğine haset etmeyiniz. Bu mevkiler de onlara gurur vermesin, yekdiğerinizin arkasından konuşmayınız. Daima birlik ve beraberliğe dikkat ediniz. Bir kardeş olarak sevgi ve saygı ile yaşayınız. Kimseye zulmetmeyiniz. Zalim cezasını çabuk görür. Düşmanlarınız hakkında dahi adaletten ayrılmayınız. Cenab-ı Hak zulümden münezzehtir. Herkesin çektiği kendi eli ve dilinin cezasıdır.

-Ey Nas: İyi biliniz ki her kim iyi bir iş yaparsa menfaati kendisine ve her kim fena hareketlerde bulunursa zarar ve cezası yine kendisine aittir. Zerre kadar iyilik ve fenalık boşa gitmeyecektir. İşte size nasihatlerim. “Tebliğ ettim mi?”

Sahabeler hep bir ağızdan “Evet Ya Resulallah, tebliğ buyurdunuz.” dediler.

“Selamet üstünüze olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi sizlere ve bütün Müslümanlara olsun”

Peygamberimizin Namaza Düşkünlükleri

Resulü Kibriya Efendimiz hastalık anlarında bitap oldukları zamanlar bile amcası Hazreti Abbas (R.A.)’in oğlu Fazl ve Hazreti Alî (R.A.)’in yardımlarıyla mescid-i saadete çıkar, namaz kıldırırlardı. Bu hastalık zamanlarında bir gün mescide Müslümanların toplanmalarını emir buyurdular. Ve kendileri de gelerek doğruca minbere çıktılar. Hatta hamdü sena ettikten sonra şöyle buyurdular:

-Ey Nas: Dünyaya gelen elbette bir gün gidecektir. Bu yolculuk bize de vardır. Sizlere nasihatim şudur ki; Medlnelilere iyilik yapınız onları hoş tutunuz. Onların bize olan yardımları hiçbir zaman unutulmaz.

Medineliler: Siz de muhacirlere öteden beri yaptığınız hürmette kusur göstermeyiniz. Onlar bütün emlak ve yurtlarını İslamiyet uğrunda terk etmişlerdir.

“Mescide açılan kapıları kapatınız, yalnız Ebubekir’in (R.A.) kapısı kalsın. Herkesin haklarını imkan nisbetinde karşıladım. Kimsenin bende hakkının kalmasını istemem, her kimin bende bir alacağı varsa söylesin, işte malım; gelsin, alsın her kimin arkasına vurmuş isem işte arkam gelsin vursun, huzuru hakka borçlu olarak gitmeyi istemem” buyurdular. Ve minberden indiler. Öğle namazını kıldırdılar. Tekrar minbere çıktılar, evvelki sözlerini tekrarladılar.

Peygamberimizin Hastalığının Artması

Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin hastalığı son günlerinde çok hararetli idi. Bazı anlar baygınlık geçiriyordu. Yine böyle bir yatsı vakti baygınlık geçirmiş, kendine gelince su istemiş ve üzerine dökülmesini emretmişti. Biraz hafiflemiş ise de kalkamadı. Bu hali üç defa tekrar etti. Bunun üzerine namaz vakti girdi mi, diye sordular, evet cevabını alınca öyle ise “Bilâl’e söyleyin ezan okusun, Ebubekir’e de söyleyin namazı kaldırsın.” buyurdular. Ve yine bayıldılar. Ayılınca aynı sözü tekrar ettiler. Bu arada Aişe validemiz “Ey benim Efendim. Babam yumuşak yüreklidir. Makamı Âlinize geçerse belki kendisini tutamaz, emir buyursanız da imamete Hazreti Ömer (R.A.) geçse diye rica ettiler. Efendimiz buna karşılık tekrar “Bilâl’e söyleyin ezan okusun, Ebubekir’e söyleyin namazı kaldırsın.” emrini verdiler. Hazreti Aişe’ye hitaben de: “Sizler Züleyha cinsindensiniz.” cevabını verdiler. Emir tebliğ edildi. Bilal (R.A.) ezan okudu. Hazreti Ebubekir (R.A.) imamete geçti, namaz kılınmaya başlandı. Peygamber Efendimiz de kendisinde biraz rahatlık hissetmişti. Yine fazla dayanamayarak mescid kapısından girerek Ebubekir’in yanına doğru ilerlemeye başladılar. Bunu hisseden Hazreti Ebubekir (R.A.) mihraptan çekilmek istedi ise de: Efendimiz devam etmesini emrettiler. Ve kendileri de yanlarına oturarak namaz kıldılar. Bu namazın sabah namazı olduğunu rivayet edenler de vardır.

Resulü Kibriya Efendimiz namazdan sonra yine yatağına döndü. Mescide bu geliş son geliş oldu.

Peygamberimizin Vefatı

Son Peygamberimizin bu son günlerinde Cebrail Aleyhisselam üç gün üst üste ziyaret ettiler ve hatırı şeriflerini sordular. Üçüncü günkü ziyaretlerinde; Allah’ın selamını tebliğ ve hatırını sorduktan sonra, Azrail Aleyhisselam’ın da Peygamberimizin huzuruna gelmeye izin istediğini arzettiler. Ve şimdiye kadar hiçbir kimseden böyle bir izin istizan edilmediğini beyan buyurdular. Efendimizin müsaadeleri üzerine Azrail Aleyhisselam huzuru saadete geldi ve dedi ki: “Ya Resulallah, ruhu alinizin   alınıp   alınmamasında   emir   size   aittir.   Ne buyurursunuz?” Cebrail Aleyhisselam “Ya Resulallah, Hak Sübhanehu Teâlâ sizinle mulaki olmağa davet ediyor, müştaktır.” demeleri üzerine, Eşrefi Kainat Efendimiz, ruhunun gabzedilmesine müsaade buyurdular. Ve hemen (ruhu seyyidi kainat, alemi melekute uçtu).

(ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ALA ALİHİ VE SAHBİHİ VE SELLİM)

Peygamberimizin Vefatından Sonraki Durum

Ashab-ı Kiram’ın çokları evlerine gitmiyor, mescidi saadette Peygamberimizin sıhhat haberlerini takip ediyorlardı. Bir aralık yalnız Hazreti Ebubekir (R.A.) müsaade alarak bazı işlerinin tesviyesi için ayrılmıştır ki yukarda arzettiğimiz elim vak’a bu arada Pazartesi günü öğleden sonra meydana geldi. Hane-i Saadetten ağıt seslerinin yükselmesi ile mesciddeki sahabeler haberdar olunca herkes hayretten şaşkına döndü. Hatta Hazreti Ömer (R.A.) kılıcını çekerek “Peygamber ölmemiştir. Belki bayılmıştır. Her kimden “Vefat etti.” sözünü işitirsem, Allah’a yemin ederim ki şu kılıcımla kafasını uçururum.” demeye başladı. Hazreti Osman (R.A.) bir köşeye yığılmış ağzından bir kelam almak kabil olmuyordu. Hazreti Ali (R.A.) ne yapacağını şaşırmış etrafına şaşkın şaşkın bakarak dolaşıyor, hiçbir söz konuşamıyordu. Konuşmaya kimsenin dili varmıyordu. Bir hayret ve bir telaş ortalığı kaplamıştı.

Salim (R.A.) Hazretleri anlatıyor:

Ashabı Kiramdan bazıları bana “Ya Salim; Git Hazreti Sıddıkı bul, çağır, bu adamlara ancak o, haber anlatabilir.” dediler. Ben de ağlayarak Ebubekir (R.A.)’a gittim. Beni böyle perişan görünce “Ne var, yoksa Resulüllah vefat mı etti?” diye sordu. Ben de: “Hazreti Ömer (R.A.) mescitte “Her kim ‘Resulüllah vefat etti.’ derse kılıcımla başını uçururum.” diye yemin ediyor. Ashab telaş içinde, kimse ne yaptığını bilmiyor” diyebildim. Beraberce yürüyerek Aişe Validemizin odasına girdik. İçeride, yatağın başında Efendimizin yakınları toplanmıştı. Hazreti Ebubekir (R.A.) bana yol veriniz diyerek yatağa yaklaştı. Saygı ile Efendimizin örtüsünü kaldırarak eğildi. İki gözleri arasından öptü. “Ya Resulallah ve enbiya, va afsıya, va habiba! Hayatın ne kadar temizse, mematın da öyledir.” deyip gözlerinden yaş boşandı. (İNNEKE MEYYİTÜN……) Ayet-i Kerimesini okudu. Bunun üzerine orada bulunanlar (Ey Yadigârı Resul Seyyidü’l-beşer Efendimiz vefat etmişler midir?) diye Hazreti Sıddıka sordular. Oda “evet” cevabını verdi.

Ebubekir Hazretlerinin hutbesi

Hazreti Ebubekir (R.A.) derhal mescide girdiler, doğruca minbere çıktılar. Herkes kendisini dinliyordu.

“Ey Ashab-ı Güzin, her kim Hazreti Muhammed’e (S.A.) tapıyorsa bilmelidir ki; Hazreti Muhammed (S.A.) vefat etmiştir. Her kim Allaha tapıyorsa iyi bilsin ki; Allahü Teala bakidir. Ölmez.” dedi ve hemen (VEMA MUHAMMEDÜN İLLÂ RESUL..) ayeti kerimesini okudu. Ashabın hayretleri biraz teskin olmuştu. Hazreti Ömer ağlayarak kılıcını yerine koyuyor ve bir taraftan da “Ben bu Ayet-i Kerimeyi hiç mi okumadım?” diyordu. Ashabın gözyaşları yerleri ıslatıyordu. Bu arada Mescitte bir dağılma oldu. Biraz sonra bir haberci gelerek, Hazreti Ebubekir’e (R.A.) sahabilerin beni Saide avlusunda toplandıklarını ve Halife seçmek üzere bulunduklarını haber verdi. Hemen Hazreti Ebubekir (R.A.) Hazreti Ömer’i (R.A.) ve Ebu Ubeyde (R.A.) Hazretlerini yanlarına alarak toplantı yerine yetişti. Orada birçok konuşmalardan sonra bil ittifak Hazreti Ebubekir (R.A.) Halife seçildi. Ve herkes biat etti.

Tekrar mescide dönüldü. Hazreti Ebubekirden (R.A.) sordular: “Ey Allah’ın Resulunun Halifesi, Peygamber Efendimiz gasledilir mi?” “Evet, yakınları tarafından yıkanacaktır.” Yine sordular: “Ya Efendimizin cenaze namazı kılınır mı?” “Evet, kılınacaktır. Cemaat cemaat hepiniz kılacaksınız. Hanenin aldığı kadar içeri girer, bu suretle posta posta namaz ifa edilir.” buyurdular. Tekrar sordular: “Ya Efendimiz nereye defnolunacak?” Bazı münakaşalar olmuş ise de yine Sıddıkı azam dedi ki: “Ben Peygamberimizden işittim. Peygamberler vefat ettikleri yere defnedilirler.” Ve Nebiyyi Muhterem Efendimizin amcası Hazreti Abbas (R.A.) mahdumları Fazl ve Kasem ile Hazreti Ali (R.A.) toplanarak yıkanma ameliyesine başlandı.

Bu arada mescide birikmiş olan sahabiler arasından Medineliler, yalvarmaya başladılar. Ey ehli beyt-i Resul! biz Medinelileri de son hizmetten mahrum bırakmayın dediler. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir (R.A.) ensar arasından da kur’a ile bir şahıs seçtirdi. Ve onu da yardım etmek üzere hane-i saadete soktu. İşte bu şekilde yıkanma ameliyesi tamamlandı, kefenlendi, bir sedire kondu. Herkes bölük bölük gelerek cenaze namazını bütün halk ifa etti.

İşte bugünkü yeşil kubbenin yükseldiği ve o zamanki mütevazi hane-i saadetlerine, ruhunu teslim ettiği yatağının yerine kazılan mezarlarına bedeni pür nurları tevdi olundu.

“Ol Resulu müçteba rahmeten lil alemin”

“Ben de metfundur diye eflake fahreyler zemin”

Bütün hayatını, varını ve canını Allah yoluna sarfeden, şöhret ve riyaset gibi dünya amellerinden daima uzak kalan, böyle büyük bir Peygambere ümmet olmak bizim için elbette şereflerin en yüce ve üstünüdür. İşte bu Müslüman millet çalıştığı takdirde dünya ve ahiret rahatlığını elde edeceği şüphesizdir.

Sevgili Peygamberimiz buyurmuşlardır ki: “Rüyasında beni gören elbette beni görmüştür. Çünkü bu rüya başka rüyalara benzemez, zira benim şeklime kimse giremez.”

“N’ola bir kere şad olsam cemali ba kemalinle?”

“Benim bari günahım lütfü Şah-ı enbiya ister”

Bu kemali iman ve cemali müşahedeyi Cenabı Hak cümlemize nasip buyursun. Halkımızdan mağfiret niyaz eder, yüce Peygamberimizin ruhu şeriflerine selâtı selam yollar, şefaatlerini temenni ederiz. Allah’ım; bizi sözümüzde, işimizde ona tabi olmaktan ayırma.

“Ey hatemi risalet emnü amana geldim” Deryayı kereminden atma beni kenara Demiştin şefaatim kebair ehlinedir Benden büyük günahkâr gelmedi bu diyara Ashabı kehfe kelbi yar eyledi yaradan “Coşkun elbet güvenir sen gibi kerem kâre”